Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında,
iktidarın “Türkiye Yüzyılı” anlatısını sert sözlerle eleştirerek “Emeğin, emekçinin, işçinin, kadının,
gencin, Kürt’ün, Alevi’nin olmayan bir yüzyıl Türk’ün de yüzyılı olmaz, Türkiye’nin de yüzyılı olmaz”
şeklinde konuştu.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) her hafta düzenlediği basın
toplantılarının bir yenisini bugün saat 14:30’da gerçekleştirdi.
Kayyum atamalarından “Türkiye Yüzyılı” anlatısına, Kazdağları’ndaki doğa talanından İzmir’in Selçuklu
ilçesinde 5 çocuğun yaşamını yitirmesine neden olan olaya kadar gündeme ilişkin pek çok konuda
açıklamalarda bulunan Baş, AKP iktidarını da sert sözlerle eleştirdi.
‘BU İKTİDARIN EN TEMEL ÖZELLİKLERİNDEN BİR TANESİ ALIŞTIRMAK VE UNUTTURMAK’
Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:
“Buraya doğru yola çıkmışken, 5 dakika önce parti avukatlarımızdan sevgili Özgür Urfa aradı. Silivri
Cezaevi’nden çıkıyordu, Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’la bir görüşme gerçekleştirdi, görüşmenin
içeriğine ilişkin bilgi verdikten sonra ‘Esenyurt Belediye Başkanı da buradaydı’ diye söyleyince basın
toplantısına bununla başlama ihtiyacı hissettim. Çünkü bu iktidarın en temel özelliklerinden bir tanesi
alıştırmak ve unutturmak. Yani memleketin en büyük şehrinin en büyük ilçesine, pek çok ilden, belki
Avrupa’daki ülkelerden büyük bir ilçeye kayyum atıyorlar, aradan biraz zaman geçtikten sonra
meselenin unutulmasını bekliyorlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra bir milletvekilinin anayasaya
aykırı biçimde cezaevinde tutulmaya devam edildiğini unutturmak istiyorlar. Belki de bizim bu basın
toplantılarımızın en önemli özelliklerinden bir tanesi bu. Bunlar normalleştirmeye, alıştırmaya,
unutturmaya çalıştıkça biz bunların takipçisi olmaya, bu haksızlıklar karşısında susmamaya, bu
haksızlıklara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü altını çizerek söylüyorum, her gün başka
bir acı yaşıyor.
‘BU GÜZEL ÜLKEYİ BU KADAR REZİL BİR BİÇİMDE YÖNETMEYE DEVAM ETMELERİNE ENGEL
OLAMADIĞIMIZ İÇİN KAHROLUYORUM’
Şimdi ben pek çok partili arkadaşımla aynı ruh halindeyim, sanıyorum bu ülkedeki milyonlarca temiz
yürekli insan da aynı hisleri taşıyor. Çok samimi bir şekilde ifade edeceğim, artık midem kaldırmıyor,
taşıyamıyorum. Gerçekten bu ülkeye yaşatılanları gördükçe kahroluyorum. Bu pespayeliğin, bu
kepazeliğin nasıl sürdürülebildiğine, bu güzelim ülkeyi nasıl bunlardan hala kurtaramadığımızı
düşünüp öfkeyle doluyorum. Depremde çadır satanları protesto ettiği için yurttaşlarını
yargılayanlardan, günlük 8 bin lira için bebekleri ölüme gönderenlerden, doğasına sahip çıkmak
isteyen insanların üzerine taşla, tüfekle gidenlerden, hakkını arayan emekçiye saldırırken patronunun
selamını götürenlerden, halkın gerçek gündemlerini konuşmamak için ipteki çeşitli cambazları
gösterip bu güzel ülkeyi bu kadar kötü, bu kadar rezil bir biçimde yönetmeye devam etmelerine engel
olamadığımız için samimiyetle söylüyorum, kahroluyorum.
‘5 ÇOCUK YAŞAMINI YİTİRMİŞ, HALA TEK DERTLERİ ÜLKEYİ SÜRÜKLEDİKLERİ SEFALETİN
GİZLENMESİ’
AKP Grup Başkanvekili hepimizin bildiği, Selçuklu’da çıkan yangında 5 çocuğun hayatını kaybetmesine
dair bir değerlendirme yaparken şöyle söylemiş, ‘Siz dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz, her şeyi paraya
bağlıyorsunuz’. Ben bu utanmazlığa, bu arsızlığa, bu pişkin pişkin, yüz kızarmadan yapılan
açıklamalara şaşırmaya devam edeceğim, çünkü cidden şaşırıyorum. 5 çocuk yaşamını yitirmiş, hala
tek dertleri ülkeyi sürükledikleri o yoksulluğun, sefaletin, açlığın gizlenmesi. Bunun için ellerinden
geleni artlarına koymuyorlar. Hem de ‘Yarın yapalım’ falan demiyor, hemen olayın üzerine. Bir de
anneyi suçluyorlar, aileyi suçluyorlar. Ya arkadaş, kadın çocukları yalnız bırakmayacak da ne yapacak?
Yalnız bırakmadığında bu çocuklar açlıktan ölecek. Çocukları götürüp teslim edebileceği bir kreş,
çocuklarını emanet edebileceği bir çocuk evi, yuva yokken açlıktan ölmemeleri için yapabileceği tek
şeyi yapıp sokakta hurdacılık yapan bir anneden bahsediyoruz. Ama iktidar, bu yoksulluğu, bu sefaleti,
bu açlığı, bu halkı bu hale getirdiklerini göstermemek için elinden gelen her şeyi yapıyor. El insaf!
‘İNSANLARIN YOKSULLUKLARINDAN, ACILARINDAN RANT DEVŞİREN BİR SİSTEM KURMUŞSUNUZ,
SONRA DA İNSANLARI PARA İÇİN SUÇLUYORSUNUZ!’
İzmir Selçuklu’daki evi gördünüz mü bilmiyorum. Müstakil, tek katlı, kapısında kilidi dahi olmayan bir
ev. İçinde doğal gaz yok, çocuklar elektrik sobasıyla ısınmaya çalışıyor. Anneleri hurda işiyle
çocuklarının boğazından bir lokma ekmek geçsin diye muhtemelen sabahtan akşama kadar uğraşıyor.
Kadının çalışma hayatına katılmasının imkanı yok, çocuklara bakacak yok, çocukları gönderebilecek
kreş yok, kreş bulsa gönderebilecek parası yok. Mesela hiç şunu düşünmüyorlar, 2016 ile 2023 yılları
arasında bu ülkede çocuk evlerinin sayısı bin 185’ken 2027 yılına bin 180 hedefi koymuşlar. 4 senede
bir tane bile çocuk evi açılmamış, bir tane bile kreş açılmış. ‘Mesele para değil’ diyorlar. Sadece
Kazdağları’nda İngiltere’deki firmasına transfer etmesi için Cengiz Holding’e peşkeş çektikleri
madencilik gelirlerini aldığımız anda bu çocukları yaşatacaktık, bu çocuklar bambaşka bir hayat
sürebileceklerdi. Sonra dönüyor dolaşıyor, ‘Meseleyi paraya mı bağlıyorsunuz’ diye soruyorlar. E siz
söyleyin peki, mesele ne? Yani sizin bu hayatta paradan daha fazla değer verdiğiniz ne var ki?
İnsanların yoksulluklarından, acılarından rant devşiren bir sistem kurmuşsunuz, sonra da insanları
para için suçluyorsunuz. ‘Bütün mesele para mı’ymış, zevk-i sefa içinde yaşayan kim? Yediği önünde
yemediği arkasında yaşayan kim bu memlekette? Semirdikçe semirenler kimler? Soruyorum,
Avrupa’da ıstakoz yiyenler kim? Çocuklarını iş insanı dostlarının bursuyla, olmadı kamudan aldıkları
burslarla Amerika’ya, Avrupa’ya okutmaya gönderenler kim? Sonra o çocuklar dönmek isterse
geldiklerinde en ballı işleri bulan, kamuda onlara en güzel yerleri ayıran, kendi çocuklarını servet
içerisinde mutlu mesut büyüten kim? Sizin yatlarınız, katlarınız, evleriniz, yazlıklarınız, her şeyiniz var.
Sonra kapısında kilidi dahi olmayan evde beş çocuk ve o çocuklarla birlikte yaşam mücadelesi veren
kadını, derdini anlatanlara ‘Her şey para mı’ diye soruyorsunuz. Utanmasa ‘Paranın ne önemi var,
mühim olan insanlık’ diyecek. Gerçekten şu emekçilerin alın terine çökerek biriktirdiğiniz o parayı
hakkı olan emekçiler aldığında göreceksiniz siz mühim olanın insanlık olduğunu. Merak etmeyin
gerçekten işçi sınıfı mühim olanın üç beş kağıt parçası değil insanlık olduğunu size de öğretecek,
mühim olanın gündüz sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan ekmek, gül ve hürriyet günleri
olduğunu mutlaka öğreneceksiniz. Utanmazlar!
‘TÜRKİYE YÜZYILI OLARAK ADLANDIRDIKLARI ŞEY ‘ABDÜLHAMİT YÜZYILI’
Şimdi ağızlarını açıyorlar, kapatıyorlar, dönüyorlar, dolaşıyorlar, ‘Türkiye Yüzyılı’. Bu hafta Meclis’e
gelen teklif gösteriyor ki Türkiye Yüzyılı olarak adlandırdıkları şey ‘Abdülhamit Yüzyılı’. Hani Yıldız
Sarayı’nda yönettiği memleketi hafiyelerle dolduran, istibdat rejimiyle tüm halkı, eşini, dostunu
birbirine ihbar ettiren Abdülhamit’ten farksız biçimde burada, Beştepe’deki sarayında… Bu sefer tabii
ne oldu? O zaman jurnaller vardı, şimdi troller var, iletişim aparatları var ama aynı düzeni kuruyorlar.
Etki ajanlığı diye adlandırdıkları şey Abdülhamit’in jurnalciliğinin 21. yüzyıla uyarlanmış hali. Adını
koyuyorum, etki ajanlığı dedikleri şey makbul olmayan kanaat önderliğidir. Kim hayatın neresinde ses
çıkarıyorsa, itiraz ediyorsa ona etki ajanı deyip onu cezaevlerine yollamanın kanuni kılıfını hazırlamaya
çalışıyorlar. Ya insan sormadan edemiyor, fotoğraf çektirmediği, makamında ağırlamadığı çete,
mafya, tarikat, suç örgütü lideri olmayan birisinin İçişleri Bakanlığı yaptığı yerde insanları bir tweet
attı diye, sokak röportajında iki kelime söyledi diye cezaevine atacaksınız, tutuklayacaksınız.
Üstelik bunu öyle utanmazca yapıyorlar ki bir torba yasanın içine bu tahakküm düzenlemesini
getirmişler, üstelik bunu o kadar acemice yapıyorlar ki daha birkaç gün önce NATO Parlamenterler
Asamblesi’nde karşı çıktıkları, itiraz ettikleri düzenlemenin birebir aynısını getirip önümüze yasa diye
koyuyorlar. Ben uzun uzun anlatmayacağım, buradan bir teşekkür etmem gerekiyor. DİSK Basın-İş
Sendikası bu konuda çok kıymetli, güzel bir çalışma hazırlamış, oradan birkaç not aktarayım. Bir kere
siyasi iradeye eleştiri getiren bütün yurttaşlar ajan olacak, onların tanımıyla. ‘TÜİK enflasyonları doğru
değil’ dediğinizde, bunu mesela bir sendikacı olarak pekala söyleyebilirsiniz, çünkü yapacağınız toplu
sözleşmeyi belirleyecek, alacağınız asgari ücret zammını belirleyecek, emekli maaşını belirleyecek
ama siz bunu söylediğinizde suçlu sayılacaksınız. Mesela ‘Kazdağları madencilik uğruna talan ediliyor’
dendiğinde o çevre gönüllüleri ajan olabilir bundan sonra. Örneğin ‘Türkiye’de gıda ürünleri Avrupa’ya
göre çok daha pahalı’ dediğimizde bu haberi yapan bir gazeteci rakamları ortaya koysa bile onu ajan
olarak suçlayabilecekler. Sayısız örnek verebilirim.
‘EMEKÇİNİN, İŞÇİNİN, KADININ, GENCİN, KÜRT’ÜN, ALEVİ’NİN OLMAYAN BİR YÜZYIL TÜRKİYE’NİN
YÜZYILI OLMAZ’
Ben yine bu pembe ‘Türkiye Yüzyılı’ tablosuna döneceğim. Her gün birileri, iktidar, küçük ortak,
etraftaki köşe yazarları bir Türkiye yüzyılı tutturmuşlar. Ben net bir ifade kullanayım, eğer bu yüzyıl
emeğin yüzyılı olmazsa Türkiye’nin yüzyılı falan olmaz. Bakın çok net söylüyorum, bu yüzyıl
Kazdağları’nda doğasına sahip çıkanların yüzyılı olmazsa Cengiz’in yüzyılı olur ama Türkiye’nin yüzyılı
olmaz; bu yüzyılda vergi adaleti sağlayamazsak, emekçiler patronlardan daha fazla vergi vermeye
devam ederse bu yüzyıl yine patronların yüzyılı olur, ama Türkiye’nin yüzyılı olmaz; sendikalaşmanın
önündeki engelleri kaldırmazsak, bu yüzyıl da Polonez işçilerinin değil yabancı sermayenin, yabancı
patronların yüzyılı olur, barınmanın en temel hak olduğunu; konutun bir yatırım aracı olamayacağını
ortak bir fikir olarak benimsemezsek bu yüzyıl emlak baronlarının yüzyılı olur; bu yüzyılda tüm
hastaneleri kamulaştırmazsak, özel hastane patronlarının insan sağlığı üzerinden kar etmesinin önüne
geçmezsek bu yüzyıl yeni doğan çetesinin yüzyılı olur, Türkiye’nin yüzyılı falan olmaz. Biz bebeklerin,
çocukların, anne-babaların, Türkiye’nin yüzyılını yaratmak istiyorsak yapılacak ilk şey özel hastaneleri
kamulaştırmaktır. Emeğin, emekçinin, işçinin, kadının, gencin, Kürt’ün, Alevi’nin olmayan bir yüzyıl
Türk’ün de yüzyılı olmaz, Türkiye’nin de yüzyılı olmaz.
‘İLK YÜZYILI EMEĞİN, EMEKÇİLERİN YÜZYILI HALİNE GETİREMEDİĞİMİZ İÇİN CUMHURİYETLE DEĞİL
SARAY’LA BİTİRDİK’
O yüzden değerli arkadaşlar, böyle süslü süslü laflarla ifade ettikleri şeyin asıl adı ‘Saray’ın Yüzyılı’dır.
İşte o yüzden bu Türkiye yüzyılı dedikleri şey patronların, kadın cinayetlerinin, maden katliamlarının,
iş cinayetlerinin, çocuk ölümlerinin, savaşın yüzyıldır. Biz ilk yüzyılı emeğin yüzyılı kılamadığımız için
AKP iktidarıyla karşı karşıya kaldık, ilk yüzyılın sonunda AKP Türkiye’yi yönetir hale geldi. İlk yüzyılı
emeğin, emekçilerin yüzyılı haline getiremediğimiz için ilk yüzyılı cumhuriyetle değil Saray’la bitirdik.
İlk yüzyılda çocuklara eşit, özgür ve adil bir ülke sunamadığımız için Son 10 yılda 689 çocuk iş
yerlerinde çalışırken hayatını kaybetti, MESEM adı altında sömürü kurumsallaştırıldı. İlk yüzyılda ‘Kürt
yoktur, Kürt yoksa Kürt sorunu da yoktur’ dedikleri için ilk yüzyıl barışı değil baskıyı, yasakları, savaşı,
kayyumları getirdi. Bu yüzden buradan bütün yurttaşlara çağrı yapmak istiyorum, Türkiye Yüzyılı
dedikleri şey şu anda yaşadıklarımızdan inanın daha azı değil, daha kötüsü. Bizim bu yüzyıl
tahayyülünün karşısına kendi yüzyıl tahayyülümüzü koymamız gerekiyor. Bizim emeğin yüzyılını inşa
edecek bir programımız var, bu yüzyılı da aynı hataları yaparak, aynı hatalarla farklı sonuçlar
bekleyerek geçiremeyiz. Bu iktidara rengini, tonunu, ruhunu veren ne varsa ona taban tabana zıt bir
programla, patronların karşısına işçilerin, Saray’ın karşısına cumhuriyetin programını yerleştirmemiz
gerekiyor. Benim çağrım bu yüzyılı alın terinin ve gözyaşının ortaklaştırdığı, tüm yurttaşlarımızın
yüzyılı haline getirmek için Saray’ın Yüzyılı’na karşı dik bir duruşu sürekli kılmaktır.
‘ÜLKEMİZİN HER KARIŞ TOPRAĞINI, HAVASINI, SUYUNU BU BARBARLARA KARŞI SAVUNMAYA
DEVAM EDECEĞİZ’
Arada değindim ama atlamış olmak istemem, Kazdağları’na dair de bir çift söz söylemem lazım.
‘Kazdağları’nın üstlü altından da bakırdan da daha değerlidir’ diye direnen yurttaşlarımıza, kentlerine,
doğalarına sahip çıkan tüm yurttaşlarımıza bir kez daha saygılarımı, sevgilerimi iletmek istiyorum.
Başrolde yine malumunuz Cengiz var. ‘Yürü ya kulum’ dedikleri Cengiz Holding bir saniye daha
duraksamadan ağaç kesimine, yol açma çalışmalarına başlamış durumda. 60 bin dönümlük bir alanı
ruhsatlandırmışlar, bu alanın onda birinde faaliyet gösteriyorlar, şimdilik böyle yaptıklarını biliyoruz. 5
bin 880 dönüm için ÇED izni alınmış, bunu yavaş yavaş büyüteceklerinden eminiz. Devasa
büyüklükteki bir artık barajını Hacıbekir köyünün sadece 750 metre mesafesine yerleştirmiş
durumdalar. Ben hep birlikte orada direnen yurttaşlarımızın sesine ses olma, onların direnişlerine
ortak olma çağrısı yapıyorum; çünkü maalesef bir milyon ağaç katledilecek, bir milyona yakın ağacın
katledilme ihtimalinden söz ediliyor. 3 köy verimli tarım alanları ile birlikte haritadan silinecek,
Halilağa, Hacıbekirler ve Muratlar köyleri yok olacak. Biz bu tabloyu her şeyin siyah ve beyaz kadar
net olduğu bir tablo olarak değerlendiriyoruz, öyle hukuki kılıfların arkasına saklanılacak, kanunlarla,
süslü laflarla atlanabilecek ya da yalanlarla üzeri örtülebilecek bir durumda karşı karşıya değiliz. O
yüzden açık net ifade etmek gerekiyor, yerli ve çokuluslu maden şirketlerine tüm yeraltı kaynaklarını
peşkeş çeken ve Kazdağları’nın yüzde 79’unu maden alanı haline getiren, rantı ve kârı şirketlere,
zararı ve riski halka yükleyen, gerici ve işbirlikçi AKP iktidarının uyguladığı madencilik politikalarına
karşı ülkemizin her karış toprağını, havasını, suyunu, ormanlarımızı korumaya, bu barbarlara karşı
savunmaya devam edeceğiz.