Afetlere karşı hazırlıklı olmak ve afetlerin zararlarını en aza indirmek için yapılan planlarda, yerel yönetimlere özellikle de belediyelere çok önemli görevler düşmektedir. Bu görevlerin neler olduğunu, özellikle belediyelerin süreçteki önemini, İzmir örneği üzerinden değerlendireceğim.
Yerel yönetimlerin afetlerdeki önemi 30 Ekim 2020 Depreminden sonra 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kendi bünyesinde kriz yönetimi sorununu çözmüş, liyakatli ve nitelikli kadrolarıyla iyi organize olmuş belediyeler, deprem bölgesinde oldukça yararlı çalışmalar yaptılar. Bir kez daha anlaşıldı ki, belediyeler olmadan, afet yönetiminde başarıya ulaşmak mümkün değildir.
Bu gerçeğin anlaşılmasıyla 6 Şubat 2023 tarihinden sonra, bu afetin ortaya çıkardığı gerçekler ve tecrübeler ışığında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Ülkemizin afet yönetimi açısından (bana göre) devrim niteliğinde bir gelişme olan ancak önemi henüz kamuoyunda fark edilmeyen bu düzenleme, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yapılan bir yönetmelik değişikliğidir. Yeni düzenleme ile büyükşehir belediyeleri bünyesinde afet işlerinin koordinasyonundan sorumlu daire başkanlığı, il ve ilçe belediyelerinde ise aynı amaçla şube müdürlüğü kurulması getirilmiştir.
09.04.2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmak suretiyle yürürlüğe giren yeni düzenleme (https://www.resmigazete.gov.tr/09.04.2023). sonrası, bazı belediyeler hemen reaksiyon göstererek düzenlemenin gereğini yerine getirmişlerdir.
Afetlere hazırlık yapılıyor mu?
İzmir’de Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Afet İşleri Daire Başkanlığı, 2023 yılı sonu itibariyle kurulmuştur. Ancak aradan geçen 1 yıl içerisinde bu daire başkanlığı koltuğuna oturtulan kişilerin, hangi saiklerle o koltuğa oturtuldukları, afet yönetimi ile alakaları, bilgi ve deneyimleri ise ayrıca tartışmaya açıktır.
Yanı sıra ilçe belediyelerinde de aynı yıl içerisinde “Afet İşleri Şube Müdürlükleri” kurulmuş olup, ancak bu müdürlüklerin çoğu göstermelik olmaktan öteye gidememişti. Afet yönetimini sadece “arama kurtarma ekibi kurmaktan” ibaret sanma yanılgısı, bu belediyelerin çoğuna salgın şekilde sirayet etmiş durumda. Aynı şekilde kendilerine rol model edindikleri bazı arama kurtarma ekiplerinin akla, bilime ve İSG ilkelerine aykırı toksik davranışları da, çoğuna bulaşmış durumda. Sadece arama kurtarma ekibi kurmayı “afet yönetimi” sananların yanında, bazı ilçe belediyeleri işi daha da abartarak “köpek yetiştirme çiftliği” kurup, oradan arama kurtarma köpeği eğiteceklermiş. Öylesine maniple edilmişler ki, bunu afet yönetiminde önemi bir aşama ve icraat sanıyorlar.
Oysa bilimsel bir esasa dayanan Bütünleşik Afet Yönetiminin 4 temel aşaması; “hazırlık”, “risk ve zarar azaltma”, “müdahale” ve “iyileştirme” aşamaları olup, bu aşamalar birbirine bağlı döngüsel bir helezona benzer. Dört aşamadan biri olan “müdahale”, afetler meydana geldikten sonra yapılan arama kurtarma da dahil tüm çalışmaları kapsıyor. Yani arama kurtarma faaliyeti, tek başına afet yönetimi değildir.
Yapı stokunun bu kadar eski, kaçak ve dayanıksız olduğu ülkemizde arama kurtarma elbette ki çok önemlidir. Mutlaka da olmalıdır. Burada bir tereddütümüz yok. Ancak afet sonrasına yönelik bir faaliyet olduğu için, afet yönetimi açısından tek başına yeterli değildir. Dünyanın en büyük ve yıkıcı Depremlerinin (8, 9, 9.5 Mw) meydana geldiği Japonya’yı ele alırsak, bu ülkenin öyle sanıldığının aksine yüzbinlerce kişiden oluşan arama kurtarma ekipleri yok. Çünkü Japonya bu sorunu kadere-kısmete, hayıra-hasenete bırakmadan, proaktif bir mantıkla akıl ve bilimle çözmüş.
Afet yönetiminde başarılı olmanın yegane şartı, afetler olduktan sonra “yara sarmacılık” değil, olmadan önce afetin riskini ve zararını mümkün olduğunca azaltmaktır. Yani yara sarmacılığa dayalı reaktif değil, risk azaltmaya dayalı proaktif yaklaşımdır. Risk yönetimi, tıpkı İSG gibi, afet yönetimi için de çok önemli bir aşamadır. Bunun en büyük ve bilimsel kanıtı de Japonya’nın afet yönetimi sistemindeki başarısıdır..
Bu gerçekten hareketle; İzmir’de ilçe belediyeleri, kurdukları afet işleri müdürlüklerini, ne için kurduklarını bir kez daha gözden geçirmelidir. Bu konuda rehberlerini uzaklarda armalarına, hiç mi hiç gerek yok. Kendilerine rehber alacaklarsa, bizzat 5393 Sayılı Belediye Kanunu. “Acil Durum Plânlaması” başlıklı 53. Maddesini okusunlar.
5393/Madde 53. “Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar. Acil durum plânlarının hazırlanmasında varsa il ölçeğindeki diğer acil durum plânlarıyla da koordinasyon sağlanır ve ilgili bakanlık, kamu kuruluşları, meslek teşekkülleriyle üniversitelerin ve diğer mahallî idarelerin görüşleri alınır. Plânlar doğrultusunda halkın eğitimi için gerekli önlemler alınarak ikinci fıkrada sayılan idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yapılabilir.”
Yukarıda yazılı olan Belediye Kanunu’nun 53. Maddesinin gereğini yerine getiren belediyeler, zaten epeyce yol almış olacaklar. Üstelik afet yönetiminde kendilerine biçilen mevcut pasif rolün de dışına çıkmış olacaklardır.
Kent ölçeğinde yapılan TAMP ve İRAP gibi planlar, ne kadar mükemmel planlar olsalar da, halkın bu planlardan haberdar olmadığı, farklı zamanlarda yapılan panel, sempozyum, seminer ve afet eğitimlerine katılan dinleyicilerden gelen sorulardan anlaşılmaktadır. Bu planların varlığının halk tarafından bilinmemesi, planların uygulanmasını da zorlaştırmaktadır. İşte ilçe belediyeleri bu noktada önemli bir rol üstlenerek, il ölçekli planları ilçe ölçeğine tamamlayarak, uygulanabilir hale getirebilirler. Tıpkı anatomide hayati öneme sahip dolaşım sistemi mantığında olduğu gibi. Atar damarlarlarda ki temiz kanın, kılcal damarlar vasıtasıyla, dokulara ve hücrelere ulaştırılması örneğine benzetilebilir.
İlçe ölçeklerine göre afet yönetim planları hazırlayıp, risk yönetimi ve müdahale yönetiminde görev alacak ekipleri kurarak, eğitip, donatmaları; ilçe belediyeleri için, afet yönetimi bağlamında çok önemli ve ileri bir adım olacaktır. Hazırlanacak ilçe ölçekli planlar, il afet planlarını destekleyici ve onlara entegre nitelikte olmalıdır.
Bu çalışmaları, STK işbirlikleriyle hibe destekli projelere de konu ederek, ilçe ölçeğinde devrim niteliğinde çalışmalar yapabilirler. Örneğin UNDP tarafından açılan “Sivil Katılım Projesi” veya Japonya Büyükelçiliği tarafından açılan hibe destekli projeler, bu anlamda önemli fırsatlardır. Üstelik belediyelerin bütçesine de ek yük getirmeden, bu çalışmaları gerçekleştirmeleri pek ala mümkün. Yeter ki belediye başkanları bu konuyu önemsesin ve niyeti, gerçekten afetlere dirençli kentler olsun.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde, insanca koşullarda yaşamak umuduyla; herkese esenlikler diliyorum.
Servet Ertaş
YORUMLAR