İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Serbestiyet’ten Mustafa Ali Akyol ile yaptığı genel seçimler sonrası başlatılan kurultay süreciyle ilgili açıklamalarda bulundu.
Başkan Soyer ayrıca ittifak konusu ve kent gündemine dair de değerlendirmeler yaptı.
CHP sizi tekrar aday gösterecek mi?
Bence gösterecek. Ama tabii ki bu tamamen bir kanaat.
CHP’deki tartışmaya “Yeni Siyaset Belgesi-İzmir Duruşu” başlıklı bir belge ile katıldınız. Sizce CHP’de tam olarak ne değişmeli ve nasıl değişmeli?
İzmir Duruşu diye özellikle eklemek istedik, çünkü İzmir bu belgeyi yayınlamalıydı. İzmir kuruluşun ve kurtuluşun şehri. 15 Mayıs ilk kurşunun sıkıldığı gün, üç buçuk yıl sonra 9 Eylül bütün emperyalist güçlerin İzmir’i terk etmek zorunda kaldıkları zafer günü.
İşgal İzmir’de başlamış ve İzmir’de bitmiş. Bu sebeple kurtuluşun şehri. Ama aynı zamanda kuruluşun şehri. Çünkü daha henüz Lozan bitmeden Mustafa Kemal Atatürk İzmir İktisat Kongresi’ni düzenliyor ve bu kongre ile kurulacak yeni devletin yani cumhuriyetin iktisat programını belirliyorlar. Türkiye’nin öncüsü olmuştur İzmir, her daim. Sadece kuruluş ve kurtuluş değil, Anadolu’daki ilklerin neredeyse hepsi İzmir’de başlamıştır. İlk konsolos, ilk futbol takımı, ilk gazete, ilk matbaa… Dolayısıyla İzmir’in tarihten bu yana gelen öncü bir rolü var. Biz o nedenle bu kaotik ortamda bir şey söylememiz gerektiğini, söyleyeceğimiz şeyin de Türkiye’ye ilham vermesi gerektiğini düşündük.
Söylediğimiz şeyin özeti şudur: CHP 100 yıllık bir parti. 9 Eylül 1922’de İzmir kurtulmuş, 9 Eylül 1923’te parti kurulmuş. Tesadüf değil bu. Atatürk, CHP’nin kuruluşunu İzmir’in kurtuluşu ile ilişkilendirmiş. 100 yıldır bu parti varsa, ayaktaysa, her türlü badirelere karşı varlığını sürdürüyorsa değişime, zamanın değişimine ayak uydurmasındandır. Yine toplumdaki değişimi doğru okuyup, bu değişime uygun bir konumlanmayı başarmak zorunda CHP. Bunu mutlaka başarmak zorundadır. 100 sene boyunca bunu başarmış bir siyasi partinin dünyada örneğine çok az rastlanır. Biz de bu belgede değişimin nasıl olması gerektiğine dair ifadelerimiz, tespitlerimiz vardı. Daha çok sosyal demokrasiden yana, daha çok sosyal adaletten yana, daha çok soldan yana bir duruşu olmalı CHP’nin. Bisikletteyken demokrasiden ne anladığımla ilgili konuştuk, tekrar etmeyeceğim. Sadece şunu eklemek isterim ki toplumdaki dönüşümün önünü açacak şey CHP’nin politik söylemleri, berraklaşmış ve netleşmiş ideolojisi ve soldan yana olan duruşu olacaktır.
Neden böyle söylüyorum? Genel seçimlerde 6 partiden oluşan büyük bir ittifak kuruldu. Bu ittifak 2600 maddelik büyük bir mutabakat metni imzaladı. Olağanüstü kıymetli bir çalışmaydı. Demokrasi işte böyle farklı seslerin bir araya gelmesi ve ortak bir şey çıkartabilmesi demekti. Bu süreç çok kıymetliydi fakat bir zafiyeti vardı: Siyasi partilerin tam olarak ne söyledikleri anlaşılamadı. Herkes ortak dili bulmak amacıyla kendi söylediğini törpülemek, arkaya bırakmak ve ortak söylemi öne çıkartma gayesi taşıdı. Bu da bizim ne söylediğimizin anlaşılamamasına yol açtı. Bizim ne dediğimiz tam olarak duyulmadı. Bizim ne dediğimizin net olarak ortaya konacağı, berrak bir şekilde tarif edileceği bir ideolojik tavra, duruşa ihtiyaç var. Bu duruş sosyal demokrasiden, soldan yana bir duruş olmalı. Çünkü bugün içinde yaşadığımız ne kadar problem varsa bunların çözümünün tamamı demokrasi başlığı altındadır.
CHP’nin sağa kaydığı yönünde de eleştiriler var. Sizin CHP’nin duruşunun solda olması gerektiği ile ilgili çıkışınız da böyle okunabilir mi?
Hayır. Ben CHP sağa kaydı demedim, öyle de düşünmüyorum. Öyle söyleyenler var tabii ama ben sadece daha solda bir duruş olduğuna ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Peki bu bağlamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim sürecindeki helalleşme çıkışını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu toplumda neden karşılık bulmadı? Çok değerli buluyorum öncelikle. Çok kıymetli bir çağrıydı. Çünkü demokrasiden uzaklaştıkça her siyasi otorite, kendi tabanını konsolide etmeye yönelik bir gayretin içine giriyor. Bu da toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran ve hatta düşmanlaştıran bir noktaya evriliyor. Bu nedenle helalleşme çağrısı çok kıymetliydi. Şunu da eklemeliyim ki sayın Genel Başkan’ın sosyal medyada, sokakta, orada, burada bu kadar linç ediliyor olması bence büyük bir haksızlık. Yüzde 2,5 daha fazla oy almış olsaydı kimse bunları konuşuyor olmayacaktı. Ama şimdi bütün fatura ona kesiliyor. Bu da doğru değil. Çok geniş bir mutabakatla hareket edildi. Hepimiz oradaydık. Hepimizin payı var bu sorumlulukta. Ama sanki hiç kimsenin bir kusuru yokmuş gibi bütün faturayı genel başkanın omzuna asmak bana büyük bir haksızlık gibi geliyor.
“SAYIN KILIÇDAROĞLU’NUN KURULTAYDAN GÜÇLENEREK ÇIKACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM
CHP Grup Başkanı Özgür Özel kurultayda aday olacağını açıkladı. Sizce yerel seçimlere gidilen süreçte olası bir genel başkan değişiminin partiye ve seçim sonuçlarına nasıl bir etkisi olur? O tamamen spekülasyon olur. Ben kurultayda bir değişim olacağını düşünmüyorum. Sayın Genel Başkan’ın kurultaydan güçlenerek çıkacağını düşünüyorum. Dolayısıyla o ihtimale dair bir öngörüm yok.
“GENEL SEÇİMLER SÜRECİNDE İZMİR’DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLAN ÜMİT ÖZLALE’NİN SEÇİLEBİLMESİ İÇİN SANKİ KENDİM ADAYMIŞIM GİBİ ÇOK UĞRAŞTIM
İYİ Parti İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne Ümit Özlale’yi aday gösterdi. Sanırım Ümit Özlale ile Bornova Anadolu Lisesi’nden okul arkadaşısınız. Tanışır mıydınız?
Okul arkadaşım değil, küçüğümdü. Alt dönemlerimden. Tanışmazdık. Genel seçim kampanyası sürecinde İzmir’den milletvekili adayı olduğunda tanıştık. Seçim kampanyasında da birçok kez biraraya geldik. Kampanyanın yürütülmesi ile ilgili aynı noktalarda durduk. Milletvekilliğini kazansın diye ben çok uğraştım, kendim milletvekili adayıymışım gibi. Ama daha öncesinden tanışmayız.
“MÜLTECİLERİN GELMESİNDEN DE GİTMEMESİNDEN DE BİZ SORUMLU DEĞİLİZ”
Ümit Özlale’nin adaylığı açıklanırken Meral Akşener “Artık belediyenin bütçesinden mültecilere kaynak aktartılmayacak, indirim yapılmayacak” dedi. Siz belediye bütçesinden mültecilere kaynak mı aktarıyorsunuz?
Böyle bir şey söz konusu değil. Biz insan hakları temelinde bu şehirde yaşayan herkesin ihtiyacını çözmekle yükümlüyüz. Türkiye’de yaşayan insanların sığınmacı, mülteci, düzensiz göçmen vs. olduğu bizim bildiğimiz bir şey değil. Biz bilseniz bile onun elektriğini, suyu kesip alıp kapı dışına atamazsınız ki. Sonuçta bu şehirde yaşıyorlar. Biz de yerel yönetici olarak bu insanların, bu şehirde yaşayan İzmirlilere bir tehdit, bir tehlike unsuru haline gelmemesini sağlamak zorundayız. Bu şehirde yaşayan insanların huzurunu, güvenliğini temin etmek zorundayız. Biz mültecilerin ne gelmesinden sorumluyuz ne de gitmemesinden. Bizim böyle bir rolümüz de yok. Biz sadece yerel yönetim olarak insan hakları temelinde ne yapmamız gerekiyorsa onu yapıyoruz. Bir indirim, ayrımcalık falan yasal olarak da söz konusu değil, fiilen de böyle bir şey yok. Meral Akşener yanlış bilgilendirilmiş. Sanki mültecileri İzmirlilerden ayırıyor ve onlara daha fazla imkan sağlıyormuşuz gibi bir algı yaratılmaya çalışılmış. Koku meselesi de aynı şekilde. Akşener, “Koku sorununu çözeceğiz” demiş. O kadar yanlış bilgilendirilmiş ki. Keşke bir gün daha kalsaydı ve gezip kendisi test etseydi koku olup olmadığını.
“Ümit Özlale çok iyi bir hoca ama Türkiye’deki siyasetin sığlığına girince başka bir şey olmaya başladı”
Ümit hoca (Özlale) çok iyi bir hoca. Dünyanın önde gelen üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmış, Hüsnü Özyeğin Üniversitesi’nde sevilen başarılı bir akademisyen. Ama Türkiye’deki siyasetin sığlığına girince başka bir şey olmaya başladı. Çok üzülüyorum. Doğrusu en çok onun için üzülüyorum. İlk günden beri söyledikleriyle ilgili hakikaten çok üzülüyorum.
İYİ Parti’nin aday çıkartması ve muhalefetin oylarının bölünmesi sizi endişelendiriyor mu?
Hayır endişelendirmiyor. İzmirli ne yapacağını çok iyi bilir. İzmirli kimse için çantada keklik değildir. İzmirli Türkiye’nin başka bir şehrindeki vatandaşlarından çok daha eleştireldir, çok daha ince eleyip sık dokur, ayırt etmeyi başarır doğru yanlış konusunda. Dolayısıyla ben İzmirlilerin İzmir’den vazgeçmeyeceğinden eminim.
Mehmet Şimşek bakan olduktan sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın beklettiği onaylar verildi. Şimşek’le bir diyaloğunuz oldu mu?
İzmir her şeyden önce zaman kaybetti. Biz bir sene önce Narlıdere metrosu için Avrupa Yatırım Bankası’ndan aldığımız 30 milyon euroluk kredinin son diliminin aktarılması ile ilgili talepte bulunmuştuk. Yaklaşık bir sene sonra gelmiş oldu bu onay. Elbette çok üzücü. Çünkü biz Hazine kefareti, teminatı falan bir şey istemiyoruz. Bizim bulduğumuz finansman kaynağı biz hakedişimizi yaptıkça, işi ilerlettikçe o parayı aktarıyor bize. Ama uzun bir süre hakettiğimiz parayı alamadık. Sadece bir imza atılmadığı için. Ben seçimler biter bitmez Sayın Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazdım. O mektubun ekine de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iktidarın onayını bekleyen tüm meselelerini ayrıntıları ile yazdım. 4 başlıkta beklediğimiz talepler yerine gelmiş oldu. Ama daha onlarcası var bekleyen…
İzmir’de bu sorun geçici olarak mı çözüldü yoksa kalıcı olarak bu dert bitti mi?
İzmir’de koku sorunu kalıcı olarak çözüldü. İşin geçmişiyle ilgili birkaç şey anlatmak isterim size. 50 yıl önce Körfez’de denize giriyordum ben. Büyük bir keyifle yüzerdik. Berrak bir suyu vardı Körfez’in. 50 yıl içerisinde her şey değişti. Önce çok felaket bir koku başladı. Bu kokudan şehre girilmiyordu neredeyse. Bayraklı ve civarında burnumuzu tıkayarak yürürdük. O derece. Sonra Büyük Kanal Projesi yapıldı. Bu proje ile denize akan pis su, 2 metrelik dev dürzlerle şehrin iki ucundaki; Narlıdere’deki ve Çili’deki arıtma tesislerine taşındı. Uzunca bir süre koku problemi bitti. Çünkü Körfez’e pis su akmamaya başladı. Fakat zamanında Büyük Kanal Projesi gerçekleştirilirken büyük bir tasarım hatası yapılmış. Bunu ben göreve başladığım zaman fark ettim. Çünkü koku vardı. Olmaması lazımdı. Araştırmaya başladık, akademisyenlerden destek aldık… Sonra gördük ki şehrin pis su kanalları yağmur su kanalları ile birlikte çalışıyor. Adına birleşik sistem demişler. Pis su, yağmur suyuyla birleşerek o büyük kanala geliyor ve arıtma tesislerine gidiyor. Bu şu anlama geliyor; siz arıtma tesisini 100 birim pis su için yapmışsınız ama oraya 150 birim, 160 birim su taşıyorsunuz. Dolayısıyla tesis suyu tam olarak arıtamadan Körfez’e deşarj ediyor. Kokunun temel sebeplerinden birinin bu olduğunu gördük.
Kokunun ikinci sebebinin ise, bölgede iki buçuk milyon metreküp çamur birikmesi olduğunu gördük. Tesis yapıldığı günden itibaren çamurla ilgili hiçbir şey yapılmamış. O çamur birikmeye devam etmiş. Bütün bunları görünce; bizim öncelikle Körfez’in kirlenmesini engelleyecek bir çare bulmamız lazım. Çünkü biliyoruz ki Körfez’i kirletmezsek doğanın sirkülasyon, kendini yenileme gücüyle bir temizlik olacaktı. Bu sebeple çok ağır bir çalışma başlattık. 260 kilometre pis su, yağmur suyu ayrıştırma kanalı yaptık. Bunu yapmak çok zordu çünkü adeta şehri yeniden inşa ettik. Mesela alt yapısı bitmiş, üst yapısı bitmiş, hiçbir problemi kalmamış, parkı bahçesi yerinde birçok mahalleye girip, orayı kazıp, kanalları bozup iki ayrı kanal yaparak yağmur suyunu ayrı, pis suyu ayrı toplayacak şekilde düzenliyoruz ve üstünü tekrar kapatıyoruz, asfaltını, parke taşını yapıyoruz… Bir şehrin içinde 260 kilometre böyle bir çalışma yapmak gerçekten çok ağır bir yüktü. Çok büyük bir riskti. Ama bunu yaptık ve Körfez’e akan bu pis suyun önemli bir bölümünü ayrıştırarak taşımayı başardık. Daha sonra üç faz halinde yapılmış olan tesisin bütün havuzlarını boşalttık, çamurunu temizledik, sıfırladık, bakteri müdahalesini yaptık, her şeyini yaptık ve hiç bakımı yapılmamış olan üç fazın tamamen yenilenerek çalışmasını sağladık. Çamuru da kurutup oradan ayırdık ve yenisinin girmesini engelledik. Suyu da ayrıştırarak taşımaya başladığımız için Körfez’e temiz su gelmeye başladı. Bu çalışmalarımız çok hızlı sonuç verdi ve koku kesildi. Daha çok var bu süreçle ilgili anlatılması gereken ama özetle Körfez’deki koku sorunu bitmiştir. Biz çok kısa süre sonra bu yağmur suyu ile pis su ayrıştırma kanallarını tamamlayacağız. Oradaki direnaj şu anda İç Körfez’e akıyor, onu Dış Körfez’e akıtacak bir başka direnaj kaynağı bulduk. Dolayısıyla biz temizlenmiş suyu bile Körfez’e hiç basmayacağız bundan sonra. Tamamen İzmir’in dışına, Dış Körfez’e basacağız. Bu sorunu kökünden çözüyoruz. Çok doğru bir yoldayız. Daha ilk seneden çok iyi sonuçlar almaya başladık. Geçen sene çok ağır bir koku sorunu vardı bu şehirde. Bu yaz hiç olmadı diyebilirim. Bize gelen koku şikayetleri %90 düştü.
Bisiklet sürdüğünüz için fazla Avrupai olmakla, Batı hayranı olmakla eleştirildiniz. Ne diyorsunuz?
Doğrusu bunu anlamlandırmak pek mümkün değil. Benimkisi bir şov değil. Ben çocukluğumdan itibaren hep bisiklete bindim. Biz gençliğimizi geçtikten sonra orta yaşlarda da bisiklet sürmeye devam ettik. Biz her sene arkadaşlarımızla Toroslar’ı bisikletle geçerdik mesela. Onlar hala devam ediyorlar ama ben gidemiyorum belediye başkanı olduğum için. Kısacası bisiklet benim için bir tutku. Ben bisikleti şov olsun diye kullanmıyorum. Ama aynı zamanda temiz bir ulaşım aracı, hem sağlıklı bir yaşam biçimi hem de ucuz. Tüm bu avantajları ortadayken, bu ‘fazla Avrupai bulunuyor’ diye eleştirilere kulağımızı açıp bisiklete binmekten vazgeçecek değilim. Ben bisiklete özendirmek için geçmişte bindiğimden daha çok bisiklete biniyorum. Hiç aksatmadan, her sabah mutlaka biniyorum. Popülizmin sonu doğu bildiklerinizden vazgeçmektir. Ama ben o popülizme teslim olmadım, olmayacağım. Çünkü bisikletin ben bu ülkenin geleceği olduğunu düşünüyorum.
Dans etmeniz, sokak hayvanları için yaptıklarınız, sığınmacı hakları ile ilgili açıklamalarınız de eleştiriliyor. Türkiye için bu kadar sosyal demokratlık fazla mı?
Hayır. Tam tersine ben Türkiye’nin de dünyanın da ihtiyacının sosyal demokrasi olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bugün dünyada güçlenen totaliter ve popülist iktidarların demokrasinin zaafiyeti sebebiyle ortaya çıktığını düşünmüyorum. Tam tersine, demokrasi insan evladının bu kainattaki en büyük inovasyonlarından biri olmaya devam ediyor. Onun erdemleri hala en güçlü, en değerli erdemler olarak varlığını koruyor. Ve fakat demokrasinin uygulanmasında, teknolojiyle buluşmasında eksiklikler var muhtemelen. Ama bunlar var diye demokrasiden vazgeçmek, demokrasiyi sadece 5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret bir rejim olarak kabul etmek doğru değil. Ezilenlerin haklarını, emeğin hakkını, özgürlükleri, temel hak ve hürriyetleri, düşünce özgürlüğünü, şeffaflığı, hesap verilebilirliği ve katılımcılığı içeren bir demokrasi gerçek bir demokrasidir. O nedenle sadece sosyal demokrasiye değil, ekolojik demokrasiye ve ekonomik demokrasiye ihtiyaç var. Bunlar şu anda entel-dantel konular olarak algılanıyor olabilir. Ama bunlardan asla vazgeçmeyeceğiz. İnsanların da, Türkiye’nin de, dünyanın da kurtuluşu demokrasiye daha fazla sahip çıkmaktan geçiyor. Bugün yoksulluk yaşıyorsak, hürriyetlerimizin azaltıldığını düşünüyorsak demokrasinin eksik uygulanmasından kaynaklanıyor. O nedenle isteyen istediğini söyleyebilir; biz sosyal demokrasiyi, emekten yana sol değerleri savunmaya devam edeceğiz.