Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Servet Ertaş

ÇEVRE HAKKI NEDEN ÖNEMLİDİR?

Yazımızın birinci bölümünde çevre sorunu kimin sorunu sorusuna cevap aramıştık. Bu bölümde de çevre hakkı nedir? Çevre sorunlarının çözümü açısından neden önemlidir?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 56. Maddesi, ülkemiz halkı için ne anlam ifade ediyor?


T.C Anayasası Md. 56: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir….” der. Anayasanın bu maddesi ile yaşam hakkının ancak sağlıklı ve dengeli bir çevrede gerçekleşebileceği belirtmektedir. Çevre hakkı ile yaşam hakkının birbirine bağlı oluşunu anlamak için şöyle bir düşünelim; aşırı hava kirliliğinden nefes alınamaz bölgelerde, suların içilemez derecede kirlendiği bölgelerde, aynı şekilde toprağın da kimyasallarla kirletildiği bölgelerde, yaşamak nereye kadar mümkün? Hava, su ve toprak kirliliğine dair 3 somut örnek ile konuyu detaylıca açıklayalım.


Temiz hava hakkının ihlal edildiği termik santrallerin haricinde, bir başka somut örnek ise bina yıkımlarındaki asbest sorunudur. Bunu İzmir’den örnekle açıklayalım. 30 Ekim 2020 depreminden sonra yaklaşık 2000 bina, hasarlı oldukları için yıktırıldı. Ancak bu yıkımlar, çoğunlukla çevre ve halk sağlığı önlemleri alınmadan ve “Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik” ile belirtilen kurallara uyulmadan haldır huldur yapıldı. İzmir Barosu’nun Buca Cezaevinin yıkımına açtığı davada, “yürütmeyi durdurma” kararı verildi. Ancak ne yazık ki karar çıktığında, yıkım bitmiş ve iş işten geçmişti. Yine de bu emsal karar, yapılan işlemin hukuka aykırılığının tespiti açısından önemlidir. Bu yıkımlara ruhsat düzenleyen ilçe belediyeleri ise, yıkımları yerinde denetleme görevini neredeyse hiç yerine getirmedikleri için, kara düzen şekilde yapılan yıkımlardan etrafa asbest, silika vb. pek çok kanserojen toz ve toksik maddeler yayıldı. Çevre ve halk sağlığını tehdit eden bu yıkımlardan muhtemelen yüzbinlerce İzmir’li etkilendi. Konunun uzmanları, gelecekte on yıllar içerisinde yaygın şekilde akciğer ve akciğer zarı kanseri(mezotelyoma) vakalarının ortaya çıkmasından endişeliler. Belediyelerin bu yıkımlarda alınması gereken önlemleri önceden aldırmadan, sonradan kesecekleri cezalar da artık hiçbir işe yaramayacak. Kesilecek cezalar, ne solunan asbest liflerini akciğerlerden çıkaracak, ne de insanların bozulan sağlığını geri getirecek. Binlerce insan tedavisi çok zor ve çok yüksek maliyetli hastalıklarla kendi başlarına mücadele etmek zorunda kalabilirler. İşte bu, tam olarak çevre ve yaşam hakkı ihlalidir.


Temiz su hakkının ihlal edildiği en bariz örnek ise hiç kuşkusuz ki Gediz Nehridir. Adını Kütahya’nın Gediz ilçesinden alan ve İzmir Körfezine dökülen Gediz Nehri, geçtiği her yerde adeta saldırıya uğruyor. Nehrin geçtiği bölgelerde kurulu fabrikaların sorumsuzca nehre saldığı zehirli atıklar, nehrin rengini siyaha çevirmiş. Kimyasallarla kirletilmiş Gediz Nehrinden tarım ürünlerini sulayan Menemen-Emiralem çiftçileri de bu durumdan çok dertli. Kirleticilere kesilecek para cezalarının parasal miktarı, bu kirli sularla yetiştirilmiş tarım ürünlerini tüketenlerin yaşayacakları sağlık sorunları karşısında ne anlam ifade edecek ki? Kanser vakalarının ne kadarında, sebeple illiyet bağı kurulabiliyor ki? Bu yüzden kirletene kesilecek cezadan daha önemlisi, kirlenmenin proaktif yöntemlerle ve önceden yapılacak denetimlerle tamamen önlenmesi önemlidir. Kısaca “kirleten öder” şeklinde formüle edilen bu durum, yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı üzere, “çevreyi kirletme serbestisini para ile satın almak” anlamına gelir. Bu da insanlar ve tüm canlıların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, para karşılığı iğfal etmek demektir.
Temiz toprak hakkına en büyük tehditlerden biri de “İzmir’in Çernobili” vakasıdır. Gaziemir ilçesinde bir kurşun ve akü geri kazanım tesisinin bahçesinde toprağa gömülü olarak 2007 yılında tespit edilen ‘nükleer ve tehlikeli atıklardan’, İzmir halkı ancak 2012 yılında bir gazete haberi ile haberdar oldu. Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisans verilmiş olan bu tehlikeli madde tesisi, muhtemelen gerektiği gibi denetlenmemiş ki, işletmecisi bu tehlikeli atıkları toprağa gömme cesaretini kendinde bulabiliyor. Tesisin mülkü her kime ait olursa olsun, o mülk içerisinde de olsa nükleer atıkların sebep olacağı her zarar ve tahribat, aynı zamanda tüm kent halkının çevre ve yaşam hakkına karşı bir tehdit ve saldırıdır. “İzmir’in Çernobili” olarak nitelendirilen ve yüzbinlerce ton olduğu tahmin edilen nükleer atıklarla tam 17 yıl yaşamak zorunda kalan ilçe halkı, büyük bir risk altında. Gelecekte kanser başta olmak üzere, ayrıca ne gibi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalacaklar? Bunun sorumlusu kim olacak?
Bu konuda çevre örgütleri, meslek odaları, baro ve çevre aktivistleri, Gaziemir Belediyesinin de katılımıyla bir çok kez basın açıklaması düzenleyerek, bu tehlikeyi kamuoyuna duyurmak ve yetkililerin de önlem almasını istediler. Ancak her defasında halkın katılımı olması gerekenden azdı. Bu noktada esas sorun tekrar karşımıza çıkıyor. Böylesine bir nükleer tehdit ve tehlike, sadece yukarıda saydığım çevre örgütlerinin mi sorunu? Orada nükleer atıklarla tehlikeye atılan çevre ve yaşam hakkına sahip çıkması gereken halk nerede? Gaziemir ilçesinde 137 bin insan yaşıyor. Komşu Karabağlarda ise 476 bin. Neden böyle hayati bir konuda düzenlenen basın açıklamalarına ortalama 50 ile 100 kişi katılıyor? Tehdit edilen bu çevre ve yaşam hakkı kimin? Bu çevre sorunu, kimin sorunu?

Çevre Hakkı; Herkesin Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede/Ekosistemde Yaşama Hakkıdır.
Çevre hakkının toplumun tüm kesimlerince öğrenilmesi, bilinmesi ve devamında savunulması gerekir. Ancak o zaman kirleticiler karşısına Anayasanın 56. Maddesi ile birlikte, Çevre Kanunu’nun 30. Maddesinin verdiği müdahil olma hakkıyla çıkılabilsin. Sürdürülebilir çevre (ekoloji) mücadelesi, ancak çevre hakkının bilincindeki geniş halk kitleleriyle başarıya ulaşabilir. Çevre hakkını bilmeden, çevreyi savunmak hiçbir anlam ifade etmez. Bunun sadece toplumun aydın bir kesimi tarafından bilinmesi de yeterli değildir. Yoksa kahvede TV karşısında göbeğini kaşıyarak oturanlar, Akbelen’de olduğu gibi ormanlarının, termik santrallere(en büyük kirleticilere) kurban edilmesini, normal karşılayacak; bu çevre katliamlarına karşı mücadele eden çevre-ekoloji savunucularına ise yine o bilindik nidalarla “vatan haini”, “yatırım düşmanı”, “sermaye düşmanı” gibi kin ve küfür saçmaya devam edecekler.
İşte bu nedenle çevre meselesi, sadece bir avuç çevreci aktivistin, solcunun, aydının sorunu değil; nefes alan ve yaşamak için suya ve toprağa ihtiyaç duyan her insanın, hatta her canlının ortak sorunudur. İster bunun farkında olsun, isterse olmasın. İster çevre hakkını savunanlara küfretsin, isterse her şeyi bildiği halde çevre katliamlarına çıkarları gereği sessiz kalsın. Yada çevre mevzuatı ve mesleki bilgilerini, kirleticilere (mevzuatın arkasından dolanmaları için) para ile satsın.
Eğer şimdiden dur denilmez ve önlemler alınmaz ise; aynı zehirli havadan soluyacak, aynı kirli suyu içmeye-kullanmaya mecbur kalacak; kimyasallarla kirletilmiş topraktan üretilen kanserojen gıdaları tüketmeye hepimiz muhtaç olacağız. Tıpkı Kızılderili Reisi Seattle’nin 1854 yılında dönemin ABD Başkanına yazdığı mektupta dediği gibi; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!”. İşte bu yüzden “çevre hakkı, yaşam hakkıdır, hem de tüm canlıların hakkıdır” diyoruz. Bilge önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi; çevreyi korumak, aklın gereğidir. Aynı zamanda insanlığın geleceği için de yegane seçenektir.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde, insanca koşullarda yaşamak umuduyla; herkese esenlikler diliyorum.

(*) Servet ERTAŞ:
İZ-AFED(İzmir Afet Bilinci, Çevre ve İklim Farkındalığı Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı
Afet Bilinci Eğitmeni, Kent Çevre ve Yerel Yönetimler Y.L Prog. Mezunu
İzmir Kent Konseyi – Bütünleşik Afet Yönetimi Çalışma Grubu Kurucusu

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER