Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 56. Maddesi, ülkemiz halkı için ne anlam ifade ediyor?
T.C Anayasası Md. 56: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve
vatandaşların ödevidir….” der. Anayasanın bu maddesi ile yaşam hakkının ancak sağlıklı ve dengeli
bir çevrede gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Çevre hakkı ile yaşam hakkının birbirine bağlı oluşunu
anlamak için şu soruyu soralım; nefes almanın imkansız hale gediği aşırı kirli havanın olduğu bölgelerde,
suların içilemez ve kullanılamaz derecede kirlendiği bölgelerde, toprağın da aynı şekilde kimyasallarla
kirletildiği ve gıda ürünlerine kadar toksik ve kanserojen maddelerin yansıdığı bir bölgede, yaşamak
nereye kadar mümkün? Yani soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun ve yediğimiz gıdaların yetiştiği
toprağın, temiz ve sürdürülebilir olması demektir. Çevre hakkı; sağlıklı ve dengeli bir çevrede / bölgede /
kentte / ortamda yaşama hakkıdır. Bu nedenle ki çevre hakkı; Anayasanın 17. Maddesindeki yaşam
hakkının ayrılmaz bir parçasıdır.
Ünlü Kızılderili Şefi Seattle (1786-1866); dediği gibi; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok
olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!” sözü
o gün olduğu kadar günümüzde de çok büyük anlam ve önem arz ediyor. Topraklarının büyük bir bölümü
beyazlar tarafından zorla işgal edilmiş olan Kızılderililerinin Reisi Seattle 1854 yılında ABD Başkanı
Franklin Pierce, yazdığı bir mektupla halkının haklarıyla birlikte, çevre ve doğanın haklarını da dile
getirmiştir. Mektubun orjinali halen Amerika, Seattle, Squamish Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. İnsan
ve doğa diyalektiğini en güzel şekilde dile getiren metinlerin başında gelen bu bilgelik dolu mektup, UNEP
(Birleşmiş Milletler Çevre Koruma Teşkilatı) tarafından yeniden yayınlanmıştır. Şef Seattle’nin bu mektubu,
daha fazlasına sahip olma hırsıyla güdülenen işgalci ve tahribatçı insan etkisine karşı, bizzat çevrenin de
var olma hakkı olduğunu ilk kez etkili bir şekilde vurgulamıştır. İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıldan 1850’li
yıllara baktığımızda, mektup içeriğindeki öngörü ve bilgeliği daha iyi anlayabiliyoruz.
Çevreyi kirletenlere idari para cezası yazılması da, çevre kirliliğini azaltmaya yetmeyecektir. Çünkü
çevreyi koruma konusunda bir eğitim, bilinç ve farkındalık kazandırılmamış toplumda, cezalar tek başına
asla yeterli olmayacaktır. Ayrıca para cezaları, yoksul halk kitleleri üzerinde caydırıcı etki yaratsa bile,
endüstriyel kirliliğin faili olan sermaye grupları için bir nevi “çevreyi kirletme hakkını para ile satın alma”
serbestliğine dönüşmektedir.
İzmir’de 30 Ekim 2020 depreminden sonra yaklaşık 2.000 bina çevre ve halk sağlığı önlemleri
alınmadan ve “Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik” ile belirtilen kurallara uyulmadan yıktırıldı. Bu
yıkımlara ruhsat düzenleyen ilçe belediyeleri, yıkımları yerinde denetleme görevini yerine getirmedikleri
için kara düzen şekilde yapılan yıkımlardan etrafa asbest, silika vb. pek çok kanserojen toz ve toksik
madde yayıldı. Çevre ve halk sağlığını tehdit eden bu yıkımlardan belki de yüzbinlerce İzmir’li etkilendi.
Konunun uzmanları, gelecekteki on yıllar içerisinde yaygın şekilde akciğer ve akciğer zarı
kanseri(mezotelyoma) vakalarının ortaya çıkmasından endişe duyulduğunu ifade ediyorlar. Belediyelerin
bu yıkımlara sonradan ceza kesmeleri, solunan asbest liflerini, akciğerlerden geri çıkarmayacaktır. İşte bu
durum, tam anlamıyla, kent halkının çevre ve yaşam hakkının ihlalidir.
İzmir Körfezine dökülen Gediz Nehrinin geçtiği kentlerin fabrikalarından boşaltılan zehirli atıklar için
bu fabrikalara kesilecek para cezaları, kimyasallarla kirletilmiş Gediz Nehrinden tarım ürünlerini sulayan
Menemen-Emiralem çiftçileri için ne anlam ifade edecek? (Yeterli denetimin yapılıp, ceza kesildiği de
ayrıca şüpheli) Ayrıca böylesin kirli sularla yetiştirilmiş tarım ürünlerini tüketen halk için, karşılaşacakları
sağlık sorunları(kanser vb.) düşünülürse, kirleticilere kesilecek o cezaların parasal miktarı ne anlam ifade
edecek ki? Kanser vakalarının ne kadarında, sebeple illiyet bağı kurulabiliyor ki? Bu yüzden kirletene
kesilecek cezadan daha ziyade, kirlenmenin proaktif yöntemlerle ve önceden yapılacak denetimlerle
tamamen önlenmesi önemlidir. Kısaca “kirleten öder” şeklinde formüle edilen kural, yukardaki örnekten
de anlaşılacağı üzere, “çevreyi kirletme serbestesini para ile satın almak” anlamına gelir. Bu da insanlar
ve tüm canlıların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, para karşılığı iğfal etmektir.
Çevre Hakkı; her canlının sağlıklı ve dengeli bir çevrede/ekosistemde yaşama hakkıdır.
Çevre hakkının toplumun tüm kesimlerince öğrenilmesi, bilinmesi ve devamında savunulması
gerekir. Ancak o zaman kirleticiler karşısına Anayasanın 56. Maddesi ile birlikte, Çevre Kanunu’nun 30.
Maddesinin verdiği müdahil olma hakkıyla çıkılabilsin. Sürdürülebilir çevre (ekoloji) mücadelesi, ancak
çevre hakkının bilincindeki geniş halk kitleleriyle başarıya ulaşabilir. Çevre hakkını bilmeden, çevreyi
savunmak hiçbir anlam ifade etmez. Ancak çevre hakkının sadece toplumun aydın bir kesimi tarafından
bilinmesi de yeterli değildir. Yoksa kahvede TV karşısında göbeğini kaşıyarak oturanlar, Akbelen’de
olduğu gibi ormanlarının, termik satrallere(en büyük kirleticilere) kurban edilmesini normal karşılayacak; bu
çevre katliamlarına karşı mücadele eden çevre-ekoloji savunucularına ise yine o bilindik nidalarla (vatan
haini, yatırım düşmanı, sermaye düşmanı vb.gibi) kin ve küfür saçmaya devam edecekler.
İşte bu nedenle çevre meselesi, sadece bir avuç çevreci aktivistin, solcunun, aydının sorunu değil;
nefes alan ve yaşamak için suya ve toprağa ihtiyaç duyan her insanın, hatta her canlının ortak sorunudur.
İster bunun farkında olsun, isterse olmasın. İster çevre hakkını savunanlara göbeğini kaşıyarak küfretsin,
isterse her şeyi bildiği halde çevre katliamlarına sessiz kalıp, sussun. Yada mesleki bilgisini mevzuatın
arkasından dolanmaları için kirleticilere para ile satsın. Eğer şimdiden dur denilmez ve önlem alınmazsa,
aynı zehirli havadan herkesin soluyacağı gibi, aynı kirli suyu içmeye ve kimyasallarla kirletilmiş topraktan
üretilen kanserojen gıdaları tüketmeye hepimiz mecbur olacağız. İşte bu yüzden çevreyi korumak, tüm
insanlık için aklın gereği ve yegane seçeneğimizdir.
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede, afetlere dirençli kentlerde, insanca koşullarda yaşamak umuduyla;
herkese esenlikler diliyorum.
Servet ERTAŞ:
İZ-AFED(İzmir Afet Bilinci, Çevre ve İklim Farkındalığı Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı
Afet Bilinci Eğitmeni, Kent Çevre ve Yerel Yönetimler Y.L Prog. Mezunu
İzmir Kent Konseyi – Bütünleşik Afet Yönetimi Çalışma Grubu Kurucusu
YORUMLAR