Rahmi Bey, İttihad ve Terakki’nin önde gelen isimlerindendi. 1913 ile 1918 arasında İzmir valiliği yapmıştı ve başarılı olmuştu. Henüz 39 yaşındaydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra valiliği bıraktı, İstanbul’a döndü ve partinin öteki önde gelenleriyle beraber tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldı, İstanbul’un işgalinden sonra da İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. Bu arada Bekirağa Bölüğü hakkında bir bilgi vermek gerekiyor. Bekirağa Bölüğü, Gaspare Fossati tarafından 1841 yılında tasarlanan ve hapishane olarak kullanılan binaydı. Mimar Fossati, Tanzimat devrinde geldiği İstanbul’da 20 yıl yaşamış ve başta Ayasofya’nın restorasyonu olmak üzere çok sayıda mimari proje gerçekleştirmiş İtalyan bir mimardır.
Rahmi Bey, 1921 yılında İngiliz esirlerle yapılan mübadeleye kadar Malta’da kaldı. Türkiye’ye döndükten sonra ticaretle uğraşmaya başladı. 1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Kanunu ile birlikte Arslan soyadını aldı. Rahmi Arslan, 7 Temmuz 1947 yılında İstanbul’da öldü ve Feriköy Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünden 62 yıl sonra torunu Melekşah Arslan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurarak dedesinin kabrinin Abide-i Hürriyet’e nakledilmesini istedi. Aralık 2009’da belediye bu başvuruyu kabul etti ve Feriköy Mezarlığı’ndan alınan kemikler, Rahmi Arslan’ın yine bir İttihatçı olan eniştesi Mithat Şükrü Bleda’nın yanına defnedildi. Rahmi Arslan’ın adına İzmir’in Buca ilçesinde 1956 yılında açılan Vali Rahmi Bey İlkokulu adında bir okul bulunmaktadır. Yine aynı ilçede Vali Rahmi Bey Mahallesi de yer almaktadır.
İşte, Vali Rahmi Bey’in valiliği döneminde yaşanan bir olay, Rahmi Bey’in tutukluluğu sırasında bazı sorunlara yol açacaktı. O yıllarda Cumaovası’nda, von Heemstra adında Hollandalı bir barona ait geniş, zengin bir çiftlik vardı. Çerkes Edhem’le adamları gözlerini bu güzel ve büyük çiftliğe dikmişlerdi. Edhem’in çiftliği basıp haraç alma planını önceden istihbarat yoluyla öğrenen Rahmi Bey, jandarmaları gönderip baskına engel oldu ve Edhem için çalıştığı bilinen birkaç kişiyi tevkif ettirdi.
Çerkes Edhem bu olayın üzerine ününü ve onurunu zedelediğini düşündüğü Rahmi Bey’den intikam almanın yollarını aramaya başladı. Vali Rahmi Bey’in Bornova’daki bir İngiliz okuluna giden sekiz yaşındaki oğlu Alparslan’ı kaçırma planını zihnine yerleştirdi. 12 Şubat 1919 tarihinde Alparslan’ı kaçırdı ve dağa götürdü ve o sırada Bekirağa Zindanı’nda bulunan Rahmi Bey’den de yüklü bir miktarda fidye istedi. Rahmi Bey, o sırada hapiste olduğu için akrabalarını ve arkadaşlarını İzmir’e gönderdi. Fidyeyi ödemek için tüm mal varlığını satışa çıkarttırdı. İstanbul hükümeti ise İzmir’deki kolluk kuvvetlerine o sırada ‘‘Edhem Bey gizli teşkilátımızın bir mensubudur, işin üzerine fazla gitmeyin’’ talimatını gönderiyordu. Yani Çerkes Edhem devlet tarafından bir nevi kollanıyordu.
Bu olayı İzmir halkında müthiş bir tepkiye neden oldu ve halk, fidyenin ödenebilmesi için bir yardım kampanyası başlattı. Ege’nin önde gelen zenginlerinden bile borç para istendi. İzmir’in hemen her caddesine yardım sandıkları konuldu ve paranın üçte biri halkın verdiği paralarla karşılandı. Fidye için istenen paranın geri kalanı ise Rahmi Bey’in Mahmut ve Nazmi adında iki arkadaşıyla Bornova’da fabrika sahibi olan Henri Giraud adında bir Fransız’dan temin ettiler. Çerkes Edhem’e o zamanın parasıyla çok büyük bir para olan 53 bin lira ödendi ve Alparslan, 6 Mart günü Salihli’de, bugünkü MİT’in Osmanlı’daki adı olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Kuşçubaşı Eşref’in çiftliğine bırakıldı. Tam da bu noktada Kuşçubaşı Eşref’den de bahsetmek gerekiyor. Kuşçubaşı Eşref, Kuşçubaşı Eşref, Çerkes asıllı bir Türk istihbaratçıydı. Jön Türkler’le olan ilişkisi yüzünden II. Abdülhamid tarafından Hicaz’a sürgüne gönderilmişti. I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa adına Arap Yarımadasında görev yaptı ve bir süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa başkanı oldu. 1915-1918 yılları arasında bu görevini sürdürdü.
Tekrar konumuza dönelim; Rahmi Bey’in oğlu Alparslan’ı içindeki tüm eşyalar satılmış olan İzmir’deki evine getirenler, annesi Nimet Hanım’ı eşyasız bir odada bir ütü tahtasının üzerinde uyurken buldular. Nereden bakarsanız bakın hazin bir öykü. Hapiste tutulan esir bir İttihaçı’nın ve ailesinin hazin öyküsü…
Peki, Çerkes Edhem’in basmak istediği çiftliğin Hollandalı sahibi kimdi? Aile, bu meşum olaydan sonra savaşın bitişiyle çiftliğin sahibi, karısı ve kızıyla beraber Türkiye’den ayrılıp memleketine döndü. Kızı birkaç sene sonra bir İngiliz bankerle evlendi. 1929 yılında onun da bir kızı oldu. İsmini Edda koydular. Tam adı Edda Kathleen van Heemstra Hepburn-Ruston’du ama bütün dünya onu Audrey Hepburn diye tanıdı. Başrol oynadığı ‘‘Roma Tatili’’, ‘‘Tiffany’de Kahvaltı’’ ve ‘‘My Fair Lady’’, “Aşk Yolu” gibi filimler sinema tarihinin gelmiş geçmiş en önemli filmlerinde başrol oynadı. Sonra oyunculuğu bıraktı, zamanını ve mesaisini dünyanın dört bir yanında sefalet çeken çocuklara ayırdı, UNICEF’in iyi niyet elçisi oldu ve 20 Ocak 1993 tarihinde İsviçre’de hayata veda etti.
Fidyenin bir bölümünü ödeyen fabrikatör olan Henri Giraud, ailesiyle beraber Türkiye’de yaşamaya devam etti. Torunu Caroline ise Vehbi Koç’un torunu, Rahmi Koç’un ise oğlu olan Mustafa Koç ile evlendi. Mustafa Koç ise bildiğiniz üzere 2016 yılında öldü. Caroline Koç ise 2008 yılında Haremlique Istanbul ve 2009 yılında Selamlique Türk Kahvesi’nin kurucusu oldu ve halen iki şirketin Yönetim Kurulu Başkanı. Bunun yanı sıra Koç Topluluğu şirketlerinde Yönetim Kurulu Üyesi.
Yukarıdaki satırlarda okuduğunuz öykünün kahramanı olan Alparslan ise Almanya’da eğitim aldıktan sonra, Avrupa’da senelerce yaşayıp Türkiye’ye döndü, ‘‘Arslan’’ soyadını aldı ve 78 yaşında, 1988 yılında İzmir’de öldü. Tek çocuğu olan kızı Melekşah Arslan ise İstanbul’da yaşıyor